Kriptograf 39. Soru Cevabı – Alman Casus Wassmuss

Kriptograf 39. Soru Cevabı – Alman Casus Wassmuss

WASSMUSS’UN FAALİYETLERİ

Thomas Edward Lawrence Intelligence Service hesabına olağanüstü bir geziye başlıyordu. Bütün Arabistan’ı boydan boya, Halep’ten Cidde’ye kadar yapayalnız ve ihtişamla geçecekti. Ama bu taçsız kral bir hayalin ardından koşuyordu; hayatı avuçlarından bir su gibi akıp gidiverecekti.

Bu sırada 1250 kilometre uzakta, ıssız bir yerde, Kaiser’in casusluk örgütlerinin ajanı olan bir Alman da aynı şeyleri yapmaktaydı. İngiliz’in deniz ufku Kızıldeniz idi; Alman’ın deniz ufku ise İran Körfezi idi.

Alman da şeyh kılığına girmişti; o da bir başka çöle tutkundu. İngiliz ufak tefek ve cılızdı. Kocaman bir ağzı vardı. Alman ise iri yarıydı, yüz çizgileri yumuşaktı. Ama bu iki düşmanın da mutlak peşinde koşanlara özgü olduğu söylenen mavi gözleri vardı.

Alman’ın adı Wassmuss’tu. Orta Doğu’daki casusluk savaşında İngiliz’in Arap yarımadasının öte yanında sürdüğü egemenliğe karşı Wassmuss’un nüfuz bölgesi İran’dı.

İran büyük devletlerin satranç tahtasında gürültülere yol açan bir taştı. İran, yüzyıllardan beri uzun süren karışıklıklar ve yoksulluklarla çalkalanıp durmuştu. Geçmişin bu büyük imparatorluğu içinde bulunduğumuz yüzyılın başından beri parçalanıyordu.

Kafile seçilmiş olan casuslara verilmişti. Tasarı İran uygarlığı ve tarihine hayranlık duyan bu casusları çok sevindirmişe benziyordu. Çok geçmeden bu silâhsız, ikna etmekten başka güçleri olmayan bir avuç Alman, İngiliz İmparatorluğu’yla müttefik ordularına karşı yıllarca meydan okuyacaktı.

Bunlar arasında mistik bir coşkuyla davranan birinin casus kişiliği, efsanevî bir kahraman gibi dilden dile dolaşacaktı. Bu adam Wassmuss’tu.

Wassmuss Alman konsolosu olarak 1906’da İran Körfezi’nde küçük bir liman olan Buşir’e gelmişti. İngilizler’e karşı olan düşmanlığını da gizlemiyordu. Buşir’de göreve başlar başlamaz kuvvetlerine de, Britanya İmparatorluğu’nun gemilerine verilmiş olan haklara eşit haklar verilmesi isteğinde bulundu. Konuşma ve davranışlarında kasten beceriksiz görünen Wassmuss görevini saklamıyordu: Bu görev ezilmiş İranlılar’ın savunucusu görünmekti.

Büyük devletler İran’ın bu çöküşüne yardımcı oluyorlar ve soğuk kanlılıkla bu ülkeden elde edebilecekleri çıkarların hesabını yapıyorlardı. 1914’te savaş baş gösterince savaşa katılan devletler İran’dan savaş stratejileri için bir sıçrama tahtası olarak yararlanmayı düşünmüşlerdi.

Bir yandan Almanya, İngiltere’ye karşı savaşı İran içlerine kadar yaymak çabası içindeydi. Bu Berlin’deki Dışişleri Bakanlığının bürolarında tasarlanmış olan büyük ve romantik bir projeydi; gerçekleştirilme amacı ise İngiltere’nin İran Körfezi’nde ağır basan rolü konusunda kuşkular uyandırmaktı. Wassmuss nobran ve titiz kişiliğiyle Britanya yetkililerini çileden çıkarıyordu ama, davranışları İranlılar’ın hoşuna gitmiyor değildi. Ardı ardına kazandığı başarılar İngilizler’in ona karşı duydukları öfkenin daha da artmasına yol açtı.

1910’da haber alma görevini bitirdikten sonra Buşir’den ayrıldıysa da 1913’te yeniden Buşir’e döndü. Gelir gelmez eski alışkanlığına uyarak ülkeyi dolaşmaya başladı. Bu bomboş ülkede başı boş dolaşan ve Buşir tepelerinde yaşayan yoksul Tangistan göçebeleriyle içli dışlı oldu. Sürekli olarak vurgun ve yağma ardında koşan yerli şeyhler Wassmuss’un dostları oldular. Bu kumral Alman’a karşı garip bir dürüstlükle davranıyorlardı; gökyüzünden ayırmadığı temiz bakışlı mavi gözleri onları büyülüyordu.

Wassmuss, halktan kişilerin arasına girip onları dinlemekten, onlara öğüt vermekten çekinmiyordu. Yeni dostlarını görmeye giderken zayıf, ama çevik bir ufak ata biniyordu. Gezilerini giderek daha da sıklaştırdı. Dağlarda tek başına dolaşıyor. Avrupalıların ayak basmadıkları şehirlere gidiyordu. Güler yüzle karşılanıyor, bilge bir kişi olduğu konusundaki ünü gittikçe yayılıyordu. Giderek bir İranlı sayılmaya başlandı. Yerli kılığına uygun olarak giyiniyordu.

İngiltere’ye karşı propaganda çalışmalarına titizlikle ve ihtiyatla başladı. İlk propaganda fırsatını Buşir’de, bu küçük limanda yaşayan birkaç Avrupalının hayatını güven altına almak gerekçesiyle bir deniz silâhendaz bölüğü çıkaran İngilizler verdi. Bu birliğin vali tarafından kışkırtılan komutanı, ülkenin içinde çapulculuk eylemlerine son vermek için silâhlı saldırılara girişti.

Bu müdahale Wassmuss’a makamında İran göreneklerine uygun olarak ağırladığı bölge şeyhlerine bir doğulu hayal gücüyle işlediği bitip tükenmez bir konu sağlamış oldu.

Wassmuss, bölge lehçelerini incelemeye ve ilişkilerini genişletmeye devam ediyordu. Dış görünüşünün saflığı ve eski İran hikâyelerinden alıntılarla dolu renkli konuşması dinleyenleri hayran bırakıyordu. Sözleri, yaşlı bir filozofun ya da bir bilgenin sözlerini dinler gibi neredeyse dinsel bir saygıyla dinleniyordu.

Savaşın ilânı bu gürültüsüz patırtısız hayata ara verdi. 1914 Ağustosunun ortasına doğru Wassmuss İran’dan ayrıldı, askere alındı ve Orta Doğu’nun politika sahnesinden çekildi.

Bu aslında sahte bir çekilişti. İki ay sonra Wassmuss Birinci Dünya Savaşı’nın en inanılmaz casusluk görevini gerçekleştirmek için yeniden İran’a dönecekti.

Türkler’in denetimi altında bulunan birkaç şehirden başlamak üzere Kutsal Savaş “Cihad”ı başlatmak ve bu savaşı özel görevli casusların çalışmalarıyla bütün İslâm dünyasına yaymak söz konusuydu. “Jön Türkler” hareketinin başı olan Enver Paşa bu girişimin uygulayıcısı oldu: Bir Türk silâhlı savaş seferiyle Bağdad’dan başlayarak İran’ın ortasından geçen ve Afganistan’la Hindistan’a kadar uzanan bir yol açılacaktı.

İstanbul’da büyük bir titizlik içinde bir Alman misyonu hazırlandı. Berlin; İngiliz İmparatorluğu’nun parça parça olmasına yol açacak çok sayıda müttefik ordularını buraya çekeceğini düşündüğü Arap ayaklanmalarına büyük umut bağlıyordu. Bir avuç casus, Orta Doğu’daki bu “Drang Nach Osten” politikası ile Batı cephesinde sürüp giden savaşın kazanılmasını sağlayacaktı.

Tasarı öylesine inanılmaz ve öylesine gerçekten uzaktı ki bu tasarıyı uygulamakla görevlendirilen Wassmuss yıldırımla vurulmuşa döndü. Alman büyükelçiliğinin gizlice beslediği siyasal casusları yönetmek üzere İstanbul’a gelince, o sırada bir Alman sömürgesi olan Doğu Afrika’dan getirilmiş bir sürü taşkın, zıpçıktı ve ayyaş gençle karşılaşıp büsbütün tedirgin oldu. Berlin’in büyük hayali ters bir çıkışla başlamıştı. Wassmuss’la birlikte İran’ı iyi tanıyan birkaç sadık dostunun artık tek bir düşünceleri vardı. O da her ne pahasına olursa olsun bu “Afrikalılar”dan bir an önce yakayı sıyırmaktı.

Güçlükler ard arda geliyordu. Alman ajanlarının davranışları karşısında büyük bir öfkeye kapılmış olan Türkler, onları Osmanlı ordusunun üniformasını giymeye zorluyorlardı. İngilizler’le Almanlar arasında çetin bir siyasal oyuna girişmiş olan Türkler, henüz Berlin’le tam bir ittifaka girmemiş olduklarından Orta Doğu’da büyük bir bilgisizlikle düzenlenmiş olan bu görevin sorumluluğunu Alman elçiliğine yüklediler.

Beklenmedik yeni terslikler ortaya çıktı: Berlin’de hazırlanan büyük seferin bagajları, Romanya gümrüğünde alıkonmuştu. “Gezginci Sirk” yaftası kuşku uyandırmaktan öteye geçmemiş; silâhlara, belgelere ve sabotaj gereçlerine el konmuştu.

Wassmuss ve yardımcısı Niedermayer, İran Körfezi’nin ucundaki Abadan petrol rafinerilerinin havaya uçurulması teklifini Berlin’in kabul etmemesi üzerine karamsarlığa kapılmışlardı. Oysa Yüzbaşı Klein bu iş için her şeyi hazırlamıştı. Görevlerinden istifa etmeyi düşündüler. En sonunda “Afrikalılar” Almanya’ya geri gönderildi. 13 Aralık 1914’te küçük bir birliğin hiç eksiksiz olarak toplanmış bulunduğu Halep’e yeni bir “Gezginci Sirk” yollandı. Bereket versin bu topluluğa Voigt Wagner ve Seller gibi bazı seçkin ajanlar da katılmışlardı. Bunlar gelecekte, hayranlık uyandıracak işler başaran birer casus olacaklardı.

Çok zaman kaybedilmişti. İngiliz casusluk örgütleri durumu keşfetmişler, karşı tedbirler almaya başlamışlardı. Öte yandan müttefiklerin bu gizli sefer teşebbüsünün önünü almak isteyen Osmanlılar iki taraflı ve kurnazca bir siyaset güdüyorlardı. Alman casuslarını Haleb’de yok ettiler, bu sırada da Ubeydullah Efendi komutasında Afganistan’a bir ordu gönderildiyse de bu ordu İran’da ele geçirildi.

İlk plânda değişiklik yapmak gerekti. Uzun tartışmalardan sonra Wassmuss yalnız başına hareket etmeyi, kolay kolay geçit vermeyen dağ yollarından geçerek dostları ile buluşmayı ve Afganistan’a varmadan önce Farsistan kabilelerini ayaklandırmayı daha uygun buldu. O zamanlar İran’ın güney bölgesi, hükümetle sürekli bir çatışma içinde bulunuyordu. Ortaya çıkan güçlükler Wassmuss’un bu seferin komutasını, yardımcısı Niedermayer’e bırakmaya karar vermesinin nedeni oldu.

21 Ocak 1915’te uzun bir kervan Bağdat’a gitmek üzere Haleb’den yola çıktı. Almanlar’ın hayali gerçekleşiyordu. Türkler Almanlar’ın tehlikeli gördükleri bu teşebbüslerinin etkilerini sınırlamaya çalıştılar, ama Berlin’de hoşnutsuzluk çıkarmaktan çekindikleri için bu teşebbüse resmen karşı çıkmak cesaretini gösteremediler.

1915 yılı Şubat ayının ilk günlerinde Wassmuss, arkadaşları Doktor Lenders ve Bornsdroff’la yola çıktı. Dicle Nehri’ni dibi düz bir mavna ile geçtiler, karşılaştıkları bir noktada karaya çıkarak İran sınırını aştılar. Öte yandan Niedermayer de misyonun geri kalan bölümüyle Bağdat’ın kuzeydoğusunda bulunan Kasr-ı Şirin’den İran topraklarına girmişti. Önce İsfahan’a doğru yöneldi, bu sırada Wassmuss da Şiraz’a varmaya çalışıyordu.

Wassmuss, İranlılar’dan ve Hintliler’den meydana gelen küçük topluluğuyla birlikte Güney Luristan geçitlerini aştıktan sonra Kuzistan bölgesindeki Dizful ve Şuster’e ulaşmıştı. Buraya gelir gelmez Wassmuss hemen kollan sıvadı ve Bahtiyarı kabilelerini İngilizler’e karşı savaşa kışkırtmaya koyuldu. Ama Wassmuss’un ünü bomboş vadilerin arasından geçip giden yollar boyunca yaptığı yürüyüşten önce buralara yayılmış, İngiliz kuvvetleri Şuster’de Wassmuss’a pusu kurmuştu. Wassmuss mahallî bir hanın ihanetiyle iki yüz kilometre daha uzakta bulunan Behbeharî de tutuklandı. Bornsdroff kaçıp Bağdat’a döndü. Kafilede bulunan İranlılar’la Hintliler de eşyaları yağma ederek kaçtılar.

İngilizler Wassmuss ekibinin belgelerini ele geçirdiler ve Kaiser’in bir avuç casusunun İngiliz İmparatorluğu’na vermek istedikleri gözdağının  büyüklüğünü dehşetle görüp tutsaklarını sorguya çekmek istediler. Ama Wassmuss ortalarda yoktu, sırra kadem basmıştı, bu esrarengiz kaçış da ününü büsbütün artırmıştı.

Nitekim Wassmuss Saksonyalı inadıyla çalışmalarına devam ediyordu. Ama ödlek Lenders İngilizler’in elindeydi ve Alman tasarıları konusunda her şeyi onlara bir bir anlatmıştı. İngiliz casusluk servislerine bağlı Noel adında bir yüzbaşı Wassmuss’un ardına düştü; Wassmuss en sonunda Borazcan da ele geçirildi. Serüven felâkete dönüşüyordu.

İngiliz casusluk örgütleri artık Alman plânı konusunda her şeyi biliyordu. Daha şimdiden Wonckhaus firmasının bir memurunu tutuklamışlar, o da onlara İran’daki Alman casuslarının sabotaj tekliflerini açıklamış, kendisinin de Hindistan-Avrupa telgraf kablosunu kesmekle görevli olduğunu bildirmişti. Buşir’de Wassmuss’un yerine Alman konsolosu olan Listermann’ın üzerinde ele geçirilmiş olan belgeler de Niedermayer’le Wassmuss’un görevleri ile ilgili bütün bilgiler vardı. Listermann’ı tutuklamakla Intelligence Service önemli bir bilgi toplama işini başarıyor; böylece Afganistan’ın tehdit altında olduğunu öğrenmiş oluyordu. Esrarengiz tahrikçi Wassmuss’un da ele geçirilmiş olması Intelligence Service için ezici bir başarıydı, bunu her tarafa iyice duyurdu.

Ama bu bir hatâydı. Intelligence Service, oynayacağı oyunun sınırlarını genişletirken Wassmuss’un ününü büsbütün arttırmıştı. Alman casusu doğulu kafaları büyülemeye yatkın bir efsane kişisi olmuştu: İngilizler’in elinden esrarengiz bir biçimde ikinci kez kaçmıştı çünkü. Wassmuss, Buşir’in kuzeydoğusundaki Kazerun’da ve otlaklardaki göçebeler arasında yeniden ortaya çıktı. Şimdi de Kaşakîler’in İngilizler’e karşı olan kinini körüklüyordu.

Eski arkadaşı Nasır Divan’la buluşup genel bir ayaklanmadan söz etti; acıları ve eski anlaşmazlıkları yeniden alevlendirdi. Nasır Ağa bunlara inandı ve Wassmuss’a yardım etmeye söz verdi.

Bu ilk başarısıyla sevinç içinde olan Wassmuss batıya doğru yalnız yoluna devam etti. Güney İran’ın başkenti olan Şiraz’a ulaştı. Alman taraftarı İsveçli subayların yetiştirdikleri jandarma kuvvetleri ile vali ve komşu kabilelerin yetkili kişileriyle temasta bulundu. Şiraz’ın  doğusundaki Arap halkı arasından seçtiği kişilerle bir küçük “Mücahidin” birliği (Mukaddes Cihat’ın askerleri) kurdu. Alman casusunun plânı basitti. Ülkenin bir bölümünü ayaklandırmaya ve bunları kullanarak İngilizler’i denize dökmeye çalışıyordu.

Gittikçe büyüyen kargaşalıklardan kaygı duyan İngilizler, Buşir’e piyade takviye birlikleri çıkardılar. Bütün güney kaynaşıyordu. Bu kez Buşir üzerine ateş açıldı.

1915 Mayısına doğru Wassmuss, Borazcan’da mahallî şeyhlerin bir toplantısına başkanlık etti, ama onları İngilizler’e karşı savaş açmaya bir türlü kandıramadı. Kabilelerin geniş çapta bir harekâta hazır olduklarını düşünen Wassmuss işi yeniden siyasî plânda çalışmalar üzerinde yoğunlaştırdı ve İngilizler arasına özel görevlerle casuslar gönderdi.

Temmuz ayının başında ayaklanma baş gösterdi. 12 Temmuz’da İngiliz subayları öldürülmüştü. Küçük Buşir garnizonu, iki gün süreyle bin kişiden meydana gelen bir göçebe topluluğunun saldırısına uğradı. Sonra Wassmuss ansızın yalnız başına kalıverdi. Taraftarları kendisine haber vermeden kaçıp gitmişlerdi.

Intelligence Service Wassmuss’un başını getirene para ödülü vaat etti. Wassmuss ise diretiyordu, sabır isteyen işine yeniden koyuldu. İngilizler’in kayıpları çok ağırdı.

Halk arasında ağızdan ağıza yayılan dedikodularla bu küçük ve önemsiz teşebbüs korkunç bir savaş görünümü alınca Wassmuss bundan yararlandı. 14 Eylülde Buşir’e ikinci kez saldırdı. Seksen İngiliz öldürüldü. Şehir düşmediyse de kabileler kıyıdaki garnizonlarına kapanmış olan İngiliz kuvvetlerinin işinin bitik olduğu kanısına varmıştı.

Wassmuss, Maşallah Han aracılığıyla Niedermayer’den para aldı. Maşallah Han bütün İranlı eşkıyalardan haraç alan bir hayduttu. Wassmuss’a Maşallah Han aracılığıyla bilgi ve talimat da verildi. Tahran’daki Alman büyükelçisi Wassmuss ile gizli görevlerini bağlılıkla yapan bu haberciler aracılığıyla haberleşiyordu. Kargaşalık çıkarma işinin ardını bırakmamak gerekti.

10 Ekim 1915’te Şiraz’da on iki İngiliz tutuklanarak Ahram’a götürüldü. Esirler, kabilelerin arasında günlerce dolaştırıldı. Wassmuss Buşir’de İngiliz makamıyla pazarlığa oturmuş, İngilizler üzerindeki baskısı İngiliz Genelkurmayını İran körfezindeki garnizonlarını takviye etmek ve tersliklerle karşılaştığı Dicle üzerine birlikler göndermek zorunda bırakmıştı. Güney İran eyaletlerinde sürüp giden bu ayaklanma tehditleri 1916 yılına kadar Bağdat’ı yeniden ele geçirmek amacıyla Türkler’e karşı girişilen eylemleri engelledi.

Bununla birlikte Wassmuss’un ayağı suya ermeye başlamıştı. Konuşma sanatındaki ustalığı ile göçebe halk üzerinde göz kamaştırıcı bîr nüfuz kazandığı sırada beş parasız kalmıştı. Berlin’in Afganistan projesini unuttuğunu, İran ayaklanmasının da sadece bir faraziye olarak hatırlandığını öğrenmişti: 1916’da Mezopotamya’da Türk ordularına komuta eden Feld Mareşal Von Der Goltz bunların gerçekleştirilemez tasarılar olduklarına karar vermişti.

Wassmuss en sadık müttefiklerinin bile, arkasından Intelligence Service ile görüştüklerini fark edebilecek kadar aklı başında bir kişiydi. Bu yalnız ve yıkılmış adam, her şeye rağmen, çevirdiği entrikaların etkinliğine güvenmekten başka ne yapabilirdi? İngiliz birliklerine karşı giriştiği oyunların Türk-Alman kuvvetlerinin 8.970 esirle birlikte aldıkları Kut şehrinin düşmesi uzlaşmasında etkisi olmamış mıydı? Ama 1916 yılında Wassmuss arkadaşı Niedermayer’in başından inanılmaz olaylar geçerek varmış olduğu Afganistan’a hiçbir zaman ulaşamayacağını da biliyordu.

1916 Martında Niedermayer’in işi, tersliklerle başladı. Küçük birliği, İran topraklarında vergi toplamaya girişmiş olan bir Türk birliğinin başında bulunan Rauf Bey’in istekleriyle çatışmıştı.

Kaiser’in elçisinden yardım gören Alman ajanları bütün hünerlerini ortaya koydular. Birçok gruba ayrıldıktan sonra ülkeyi bir baştan bir başa dolaştılar. İsfahan’da Pugin adlı bir Alman casusu şaşılacak işler becerdi.

1916 yılı sona erdiğinde Wassmuss epeyce değişmiş, saçları aklaşmıştı, üzgün ve yorgun görünüyordu. Kendini İran’a adamıştı; her zamankinden çok İran şiiri ve halk gelenekleriyle ilgileniyordu. Halk arasındaki bilgelik ünü büsbütün artmıştı. Intelligence Service’in Buşir’deki casusları aracılığıyla dağıttığı İngiliz altınlarına rağmen hiç kimse aklından ona ihanet etmeyi geçirmiyordu.

Gizlice yaşıyor, kabile şefleriyle görüşüyor, eski arkadaşı Nasır Divan’ı İngilizlerce satın alınmış olan Kazerun hükümetine karşı ayaklanması ve bu hükümetin başına geçmesi için kandırmaya çalışıyordu. İngilizler’le çatışmalar artmıştı. Dağ geçitlerinde baskına uğrayan bir İngiliz birliği büyük aksiliklerle karşılaşmıştı. 1917 bahar mevsimi Kaiser’in casusu için çok elverişli başlıyordu.

Bu sırada Sir Percy Sykes yerli paralı askerlerin yardımıyla İran’ın güneyindeki topraklarda barışı sağlamaya çalışıyordu. Sir Percy, durup dinlenmeden kovaladığı Wassmuss’un can düşmanı olmuştu. Uzun hazırlıklardan sonra Kaşkalî kabilelerinin şefi olan Savletü’d-Devle’yi satın aldı. Savletü’d Devle o güne kadar Almanlar’ın en sadık dostuydu. Wassmuss bir yandan onunla uğraşırken, bir yandan da bin bir dolap çeviriyor, kabileler arasındaki öfkeleri yatıştırıyordu.

Bununla birlikte yalnızdı, parasızdı; Alman örgütleriyle olan bağlantıları kopmuştu.

Güneydeki kabilelerin kulağına birtakım dedikodular geldi: Türkler yenilmiş, Rusya’da devrim yapılmış, Almanlar başarısızlığa uğramıştı. Bunlardan hangisini seçmek gerekti? Wassmuss’un bilgeliğini mi yoksa, İngilizlerin teklif ettikleri para ve iktidarı mı? Güneyli kabilelerin bu kararsızlıktan, Wassmuss’a güç kazandırdı. Kabileleri savaşa girmeye zorlayamasa bile, hiç olmazsa İngilizler’in ülkenin içlerine sızmalarını önlemeyi ve İran Körfezi kıyılarındaki üslerini takviye etmek zorunda bırakmayı başarabilirdi. Bu bitip tükenmek bilmeyen işlerle hayal kırıklıkları arasında Wassmuss için mutlu bir olay meydana geldi: Üç Alman ona katıldılar. Türkistan’dan kaçan bu Almanlar’dan sadece biri, sonuna kadar onun yanında kalacaktı: O da Spiller’di.

Tanganistan’la Kazerun ülkesi, Wassmuss’a sadık kalmışlardı. Bunlar kendilerini seven ve saygı besledikleri biri istiyor diye, hiçbir inançları olmadığı halde her yerde savaşıyorlardı. Hileler, vaatler, casusluklar, tehditler, kabile başkanlarıyla yapılan konuşmalar ve gezilerle geçen aylar, hiçbir taraf başarı kazanmadan akıp gidiyordu. Günün birinde Wassmuss’un habercileri, Savletü’d-Devle ile Kamseh Arap kabilelerinin başkanı ve Şiraz valisi Kavemül-Mülk’ün iki yüzlü bir siyaset güttüklerini ve yakında bunların ihanetine uğrayacağını bildirdiler. Bunun üzerine Wassmuss, doğrudan doğruya kabilelere başvurdu, onları Savletü’d-Devle ve Kavemü’l-Mülk’e karşı çıkmaya hazırladı ve Şiraz hükümet kuvvetleriyle şahsen temas kurdu.

Birkaç ay içinde bütün Farsistan ayaklanmıştı. Sir Percy Sykes’in politikası başarısızlığa uğramış, askerleri kaçmıştı. İran hükümet birlikleri de Tahran’ın emirlerine karşı gelerek İngilizlerle savaşa girmişlerdi. Wassmuss “Cihad” ilân edilmesini salık verdi.

Savaş başladı ve ülkenin içine dağılmış bulunan İngiliz kuvvetlerine karşı düzensiz bir biçimde yürütüldü. Alman casusundan yana olanlar sekiz bin kişiydi. Savaş tesadüfi çatışmalardan, her iki tarafın da kazandıkları basarı ve tersliklerden ibaret kaldı. Harekâtı düzenleyen Wassmuss değildi. Yeni kabileleri ayaklandırmaya çaba harcadığı güneyde bulunuyordu.

1918 yazında İngilizler takviye kuvvetleri getirdiklerinden bazı başanlar elde ettiler. Topçu birlikleri ve otomatik silâhlarıyla sayıları yirmi bini bulmuştu. Bu kuvvetler İran kabilelerinin ayaklanmasını bastırmak ve Wassmuss’u ele geçirmek amacıyla ülkenin iç bölgelerini sistemli olarak taramaya giriştiler.

Çatışmalar devam ediyor, bulaşıcı hastalıklar askerleri ve halkı kırıp geçiriyordu. Alman casusu kendini hiç düşünmeden harcıyor, hastalara bakmak, öğüt vermek ve onları cesaretlendirmek için bir köyden ötekine koşuyordu. İran’ın bağımsızlık davası kendi davası olmuştu. 20 Kasımda Wassmuss, bir İngiliz görevlisinden Almanya’nın ateşkes anlaşmasını imzalamış olduğunu öğrendi. Bu gerçek karşısında boyun eğdi. 13 Aralık 1918’de bir mektup yazdı. İran’ın onurunu korumak ve ona bağımsızlığını kazandırmak için İngilizler’e karşı mücadeleye devam ettiğini bildirdi, ama içinde bir şeyler kopar gibi olmuştu.

Intelligence Service durmadan ona saldırıyordu. İngiliz servisleri her ne pahasına olursa olsun, Alman casusunu ele geçirmek, bir savaş ganimeti gibi onu canlı olarak Tahran’a getirmek istiyorlardı.

Wassmuss bunu biliyordu. Yurduna dönmeye karar verdi. Son bir kez dostlarını, kendisine hâlâ bağlı olan kabile başkanlarını kucakladı, sonra da Spiller ve birkaç güvenilir kılavuzla birlikte yola çıktı.

Yolu üzerinde kurulmuş pusulardan sakındı; bazen İranlı bir satıcı, bazen bir kervancı, bir keresinde de İngiliz-İran Petrol Ortaklığı’nın bir maden arayıcısı kılığına girdi. Yalnız Kaşan’da yeni yıl şölenlerine katılmak isteğini yenemedi ve onu yakalayacak olana verilecek ödülü almak isteyen bir Ermeni tarafından ele verildi.

İran jandarma erleri Spiller’le birlikte Wassmuss’u tutukladılar. İngiliz örgütleri savaş sırasındaki cinayet eylemleri sebebiyle Wassmuss’un kendilerine teslimini istediler. Wassmuss kendisine karşı böylesine yakışıksızca davranılmasına dayanamadı. Bir kez daha kaçtı ve yürüyerek Tahran’a gitti, orada bulunan Alman lejyonuna sığındı. İspanya elçiliği tarafından yönetilen ve Almanlar’la İngilizler arasında yapılan görüşmelerden sonra İran’dan resmen kovuldu.

Dönüş yolunda birçok kez tutuklandı ve her seferinde de Tahran anlaşmasına saygı gösteren Foreign Office’in müdahalesiyle serbest bırakıldı. Trenle yurduna; Kolonya’ya (Köln) geldi. Büyük bir karşılama töreni beklerken kendisini Fransız işgal kuvvetlerine ait bir tutukevi hücresinin dört duvarı arasında buldu. Bir daha kaçtı ve ortalıktan kayboldu.

Kahramanlarını ne yapacağını bilmeyen yenik Almanya onları bilmezlikten gelmeyi tercih etti. Kaiser’in siyasal polisinin son casusu olan Wassmuss, birkaç yıl sonra adı bilinmeyen bir İngiliz garnizonunda, efsanevî başka bir kişinin, olağanüstü yeteneklere sahip olan başka bir casusun, İngiliz Lawrence’in kaybolacağı gibi, Alman halkı arasına karışıp kayboldu.

WASSMUSS

GÖÇEBELER KRALI   İDEALİST BİR CASUS

“İranlı” Wassmuss bir Sakson’du ve 1880’de Ohlen’de doğmuştu.

Bir düşünürün geniş ve imgelemci alnına sahip olan bu yakışıklı adamın saçları uzun, bıyıkları sertti. Teninin beyazlığı insanda hayret uyandırıyordu. Karakter gücünü, ülküsüne olan bağlılığındaki içtenlikten alıyordu.

Bununla birlikte İran’da, kendisini çılgın serüvenlere doğru sürükleyen şeyin bir hayal olduğunu da bilmiyor değildi.Sağlam bir eğitim görmüş, 1906’da tercüman olarak Dışişleri Bakanlığı’na girmişti. Ona verilen ilk iş, Madagaskar’da bir konsolosluk görevi olmuştu. Wassmuss daha o yıllarda İran ve Orta Doğu’yla ilgileniyordu. Berlin’e geri çağırıldıktan sonra İran körfezindeki Buşir’e gönderildi. Wassmuss orada, en ufak bir ilgi uyandırmayan, bataklıklarla çevrili dağınık kasabada bir yıl kaldı.

Yeniden Madagaskar’a gönderilince çok faal üç yıl geçirdi. Telâşsız bir insandı, korkunç derecede çalışkandı. Gözden uzak bir hayat yaşıyor, kendisini büyülemiş olan Iran ülkesine dönmeye hazırlanıyordu .

1913’te, Tahran’daki Alman büyükelçisini ziyaret ettikten sonra yeniden Buşir’e gitti. Konsolosluk görevinden artakalan boş zamanlarında gezilere çıkıyor, İran’ın güneyiyle kuzeyini birbirinden ayıran derin etnik ve toplumsal farkları görmeye başlıyordu .

Wassmuss, İran halkının tarih ve töreleriyle büyülenmişti. Ülkeyi bir baştan bir başa dolaştı. Sorarak, dinleyerek, konuşarak köyden köye gitti.

Soylu yüzü, derin anlayışı, mahallî diller, İranlı yazarlar ve efsaneler konusundaki bilgisi ile konuştuğu kişilerin hepsini kendine bağladı. Çok zarif bir süvari olan ve atları çok iyi tanıyan Wassmuss, onu memnunlukla karşılayarak öğütlerini dinleyen göçebelerle içli dışlı oldu.

Wassmuss iyi bir hekim ve kendisine sunulan karışık sorunları çözmesini bilen tarafsız bir yargıçtı. Halkın arasına karışıyor, bir çeşit kutsal saygı duyan göçebelerin giysilerini giymekten haz duyuyordu.

Savaş baş gösterdiğinde Wassmuss’un Buşir’de, Deşistan’da birçok dostları vardı. Ağustos 1914’te Berlin tarafından geri çağırılınca, dönüş umudu olmaksızın bu ülkeden ayrıldı. Bununla birlikte 1915 yılının başında İngilizler’e karşı eşit şartlar altında yürütülmeyen bir mücadele için yeniden İran’a geldi. Göçebe kabileleri ayaklandırma teşebbüsüne girişti ve başından çok garip, heyecanlı serüvenler geçti.

Savaştan sonra Berlin, onu yeniden Dışişleri Bakanlığı’nın Orta Doğu işleriyle görevli bir memuru olarak karşıladı. Savaşa sürüklenen kabile şeflerine verdiği sözleri tutamamış olmanın yol açtığı hüzün, bir türlü yakasını bırakmadı. Eski müttefiklere karşı Alman devletinin borcunu ödemesini sağlayacak olan yararlı işler yapmak umuduyla, yine İran’a döndü. Hayallerle dolu olan bu tasarılar, mahallî yetkililerin içten pazarlıklı tavırları yüzünden boşa çıktı. Wassmuss ısrar etti ve bitip tükenmek bilmeyen oyunlar karşısında yıkılıp gitti. Nisan 1931’de Berlin’e giden Wassmuss, o yılın sonunda yoksulluk içinde öldü.

Gizli  Ordular
Emrullah   TEKİN

YABANCI  TARİH